Diğer Haberler 

İNSAN, YERYÜZÜNÜN HALİFESİDİR

       Bakara suresinin 30-34’üncü ayetlerinde; Âdem’in yaratılması ve meleklerle yaşanan diyalog, birtakım bilgilerle donatılan Âdem’e secde edilmesi emrini meleklerin hemen yerine getirdiği halde, İblis’in kibirlenerek emre itaatsizlik ettiği ve kâfirlerden olduğu anlatılmaktadır.

       “Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu” (Bakara 30).

       İnsanın, yeryüzünde halife olarak yaratılacağı bildirilen bu ayet-i kerimede melekler; ileride insan soyunun neler yapacağına dair bildiklerini söyleyerek, Âdem’in halife olarak yaratılma hikmetini sormuşlardır.

       Halife, birinin yerine geçen, onu temsil eden kişi anlamına gelir. Hz. Âdem ve insan yeryüzüne hükmettiği için Allah’ın halifesi olmuştur. Aslında insan dâhil, hiçbir varlığın Allah Teâlâ’yı temsil etmesi, O’nun yerini alarak tasarrufta bulunması mümkün değildir. Âdem’in ve neslinin halifeliği, Allah’ın mülkünde, O’nun iradesine uygun yaşamak ve talimatı doğrultusunda tasarrufta bulunmaktan ibarettir. İnsanların, Allah’a kul olsunlar diye yaratıldıklarını ifade eden ayet (Zâriyat 56) ile halifeler olarak yaratıldıklarını ifade eden ayetler aynı gerçeği anlatmaktadır.

       İnsanoğlu, kendisine verilen imkân ve nimetlerin Allah’ın mülkü olduğunu, bir amaca ve şarta bağlı olarak kendisine emanet edildiğini; bunlar üzerinde sahibinin irade ve rızasına uygun bir şekilde tasarruf etmekle (hilâfet) yükümlü bulunduğunu bilecek ve bu şuur içinde davranacaktır. Meleklerden farklı olarak insanoğlu, bu hilâfeti gerçekleştirecek fıtratta ve kabiliyette yaratılmıştır. Fıtratını bozmadığı takdirde bu görevini başarabilecektir.

       Meleklerin, Âdem’i nereden tanıdıkları, onun yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökeceğini nasıl bildikleri konusunda; bu bilgileri, olacakların yazılı olduğu levh-i mahfuzdan öğrenmiş olabilirler veya daha önce yeryüzünde yaratılan varlıklara bakarak bilgi sahibi olabilirler gibi yorumlar yapılmıştır.

       Bakara suresinin 31-33’üncü ayetlerinde şöyle buyrulur: “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi. “Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler. “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Onlara bunların isimlerini bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.”

       Allah, kendinin bildiği ve meleklerin bilmediği hikmetler sebebiyle Âdem’i yarattığını haber vermesi, melekleri ikna için yeterliydi. Fakat Yüce Allah, bilginin ve imanın yalnızca kendisine güvenilen kimselerin haber ve bilgi vermesi yoluyla elde edilmesini (taklit) yeterli bulmamış; meleklerinin şahsında insanları gözlem, deney ve düşünceye yönlendirmeyi murat etmiştir.     

       Âdem’e, maddî ve manevi varlıkların, kavramların isimleriyle bunların özelliklerini öğretmiş ve her şeyin aslının gayb âleminde, ilâhî planda mevcut olduğunu meleklerine göstermiştir. Bunun sonucunda melekler, kendilerine verilen bilme ve bilgi üretme kabiliyetinin Âdem’e verilenden farklı olduğunu ve bu sebeple halife olmaya onun lâyık olduğunu anlayıp itiraf etmişlerdiler.

       “Meleklere, “Âdem’e secde edin” dediğimizde İblis dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu” (Bakara 34).

       Secde; ayaklar, dizler, eller ve alın yere konarak yapılan özel bir ibadet şekli olup namazın en önemli kısmı ve ibadetin ruhuna en uygun davranış biçimidir. Böyle bir hareketin, ibadet maksadıyla Allah’tan başkasına yapılması, hak dinlerin hiçbirinde uygun görülmemiştir. Ancak, ibadet maksadı taşımaksızın insanların birbirine saygı göstermek üzere secde etmeleri, İslâm’dan önceki bazı dinlerde de uygulanmıştır. Nitekim Hz. Yusuf’un babası ve annesiyle diğer aile fertleri ona kavuştuklarında secde etmişlerdi (Yusuf 100).

       Melekler, bu hareketle hem Allah’ın emrini yerine getirmişler, hem de yeryüzünde O’nun halifesi olmak üzere yaratılmış ve birçok üstün vasıflarla donatılmış Âdem’e saygı ve onun hilâfete liyakatini tasdik etmişlerdir.

       Bu ayetteki secde, saygı göstermek şeklinde olup bilginin kaynağının Allah olduğu ve bilmeyenlerin, bilenlere saygı göstermesi gerektiği mesajını vermektedir. Bu mesajı toplum bazında değerlendirdiğimizde; bilmeyen toplumların, bilen toplumlara boyun eğeceklerinin işaretidir. Bilginin peşine koşan, bilgiyi üreten ve teknolojiye geçiren toplumlara; diğer toplumların itaat etmek zorunda olduklarını biliyoruz. Allah bu mesajı, tâ ilk insandan itibaren verdiği halde; maalesef Müslümanlar, bu mesajı gereği gibi alamamışlar!

       Meleklerin arasında bulunan ve Allah’ın secde emrine karşı çıkan İblis’in “meleklerden mi, cinlerden mi” olduğu tartışılmıştır. “İblis hariç” ifadesi, İblis’in meleklerden olduğu kanaatini veriyorsa da; bir toplulukla beraber bulunan, fakat onların cinsinden olmayan varlıklar için de istisna ifadesi kullanılmaktadır. Meselâ “Koyun sürüsü geldi; ancak çoban gelmedi” denilebildiği gibi.

       “Hani biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik; İblis’ten başka hepsi secde ettiler. O cinlerdendi, rabbinin emrinden dışarı çıktı… ” (Kehf 50) ayet-i kerimesi ile meleklerin yaratılış özellikleri arasında “Allah’ın emrine karşı çıkmamak ve buyurulanı yerine getirmek” (Tahrim 6) vasfının da bulunduğu göz önüne alındığında, İblis’in melek türünden olmadığı anlaşılmaktadır.

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Kuran’ı Anlamak)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler